MEHMET NURİ YILDIRAR mnyildirar63@gmail.com

KANAYAN YARA:KAHT-I RİCAL SORUNU

31 Aralık 2025 Çarşamba 14:48

Kâtip Çelebi 17. Yüzyılda yaşamış önemli bir Osmanlı aydını, çalışmalarıyla çağının vicdanı olmuş bir isim. Devletin çözülmeye yüz tuttuğu bir dönemde kaleme aldığı eserlerinde yalnızca çağının problemlerini teşhis değil, aynı zamanda bu problemlere tedavi arayan bir düşünür. Onun kaleminde anlamını bulan “Kaht-ı Rical”  kavramı, sadece dönemindeki bir eksikliği değil, zamanımıza kadar geçerliliğini sürdüren ve günümüzün de en sancılı yarasını işaret eden “Liyakatli insan eksikliği”ni ifade eder. 

Toplumlar, değerli insanlarını kaybettikçe, sadece kadrolarını değil, geleceğe dair umutlarını da yitirirler. Bugünkü devlet ricaline baktığımızda, Katip Çelebi’nin “Kaht-ı Rical” dediği o insan kıtlığının nasıl tezahür ettiğini, tarihin nasıl tekerrür ettiğini yeniden müşahede ediyoruz.

Siyasetten bürokrasiye, eğitimden bilim dünyasına kadar pek çok alanda, bilgiye, deneyime ve ahlaka dayalı kadrolar oluşturmakta zorlandığımızı söyleyebiliriz. Liyakat yerine sadakatin tercih edilmesi; uzmanlık yerine popülizmin, akrabalık ilişkilerinin öncelenmesi yalnızca kurumların değil toplumsal güvenin de aşınmasına yol açmaktadır. Bu kıtlık aslında bir üretim krizidir. Yani toplum olarak nitelikli insanları yetiştiremiyor, bir şekilde yetişenleri elimizde tutamıyor ya da fikirlerine değer vermediğimiz için onları elimizden kaçırıyoruz

Yazık ki beyin göçü, bu sürecin en görünür ve acı sonucudur. Nice genç insan, sadece daha iyi bir hayat için değil ayrımcılığa uğramayacağını düşündüğü, sesine kulak verilecek bir yer bulabilmek için yurt dışına çıkıyor. Her ne kadar kuyruk dik tutularak tersine bir göçten bahsedilse de, gerçekte biz, her yolculukta bir cevheri daha kaybediyoruz.

Eğitim sisteminin ezbere dayalı yapısıyla eleştirel düşünceyi baskılayan yaklaşımı ve sürekli değişim kararlarıyla belirsizlik içinde kıvranan içler acısı durumu yüzünden bilimsel üretime gereken önemin verilmemesi; geleceğin bilim insanlarını, sanatçılarını, liderlerini yetiştirme potansiyelimizi köreltiyor. Ayrıca eğitimde yeniden hortlayan “beşik ulemalığı” ve kamu istihdamındaki “nepotizm” uygulamalarının yaygınlaşması fırsat eşitliğini ortadan kaldırmakta, torpil ve kayırmacılık devlete olan güveni azaltmaktadır. Üniversite çevrelerinin bilimsel tartışmalardan çok kayırmacılık, yolsuzluk haberlerine konu olması üniversitenin öncü rolünü yitirdiğini göstermektedir. Üniversiteler artık öncü değil, hantal yapısıyla toplumun sırtına vurulan yeni bir kambur gibi görünmektedir.  

 “Kaht-ı Rical”, sadece yönetenlerin değil toplumun da ortak meselesidir. Çünkü nitelikli insan eksikliği yalnızca politik alanda işlerin aksamasına sebep olmaz, hayatın her alanını etkiler. Adaletten sağlığa, eğitimden medyaya kadar tüm sistemler, ehil olmayan ellerde yozlaşır. Nitekim son dönemlerde soruşturmalarla sarsılan iş dünyası ve medya bu yozlaşmanın en bariz örneği olarak orta yerde durmaktadır. Geciken adalet alternatif oluşumlara vücut vermekte, mafyavari yapılanmalar yaygınlık kazanmaktadır. İlgi çekici olaylardan biri de devletin suç işleme konusundaki caydırıcı rolünün zayıflamasıdır.  Bu olup bitenler toplumda adaletsizlik duygusunun kökleşmesine, umutsuzluğun yayılmasına sebep olmaktadır.

Öyle ki insanlar geleceğe dair umutlarını kaybettikçe toplumsal dayanışma da zayıflamaktadır. Oysa toplumu ayakta tutan temel unsur yalnızca kanunlar ya da kurumlar değil onları doğru şekilde işleten, olanı biteni sorgulayan, bunların üstünde düşünen erdemli insanlardır. Hikmeti kendinden menkul insanların yerine “ehil insanlar” tercih edilip desteklenir, bu insanların sayıca çoğalması sağlanırsa kaybolan güven duygusu yeniden inşa edilebilir.   

Katip Çelebi’nin çaresizlik içinde tespit ettiği bu kavram, hem devrinin hastalığını teşhistir hem de gelecek devirlere bir çağrıdır. Ancak bu çağrı yankısını bulmuş mudur, diye sorulacak olursa buna evet demek pek mümkün görünmemektedir.

Acaba bu negatif tablo karşısında umutsuz olmalı mıyız? Hayır, zira her sorun doğru teşhis edilirse aynı zamanda içinde bir çözüm fırsatı da sunar. Bugünün Türkiye’si, sahip olduğu genç nüfusuyla, zengin tarihsel birikimiyle ve hâlâ var olan vicdanlı insan potansiyeliyle bu gidişatı tersine çevirebilir. Liyakat temelli sistemler kurmak, eğitimde kaliteyi öncelemek, eleştirel düşünceyi teşvik etmekle yurtdışına gitmiş beyinlerin geri dönüşünü sağlamak mümkün olur. Toplum olarak neyi kaybettiğimizin farkına varırsak onu geri kazanma imkanını da yakalarız.

Sonuç olarak, “Kaht-ı Rical” sadece geçmişte kalmış tarihî bir kavram değil bugünümüze ve geleceğimize de tutulan bir aynadır. Aynada görünen tablo iç karartıcı olabilir ancak tabloyu iyi okuyabilir ve bu vesileyle neyi değiştirmemiz gerektiğini fark edebilirsek bize çözüm yolunu da gösterir. Tarihin tekerrür etmemesi için bunun üstesinden gelmeye mecbur olduğumuzu da göz ardı etmemeliyiz. Bu yüzden, sözünü ve özünü şahsında mündemiç kılan insanı merkeze almak, dört başı mamur bir eğitim modelini hayata geçirmek mecburiyetindeyiz. Aksi halde tarih bir kez daha, bizi hem tanıdığı hem de unuttuğu bir hatayla sınayabilir.

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #