Günümüz insanı kendisinin dışında her şeyi savunur duruma gelmiştir. Para güç ve ün insanın isteklendiricileri haline gelmiştir. İyilik insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluğudur. Kötülük ise insanın kendisine karşı sorumsuzluğudur. İnsan ikircikli bir görüşte olamaz. İnsan ya iyidir yada kötüdür(E.Fromm) “Eğer iyilik ederseniz de kendinize , kötülük ederseniz de kendinize.(isra 7) Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. “(Nisa 79)diyor yüce Allah. İnsan fıtratı gereği her kültür kalıbına kendisini uyarlayabilir. Bu uyarlamalar içinde insan, erdemli olabilmenin yolunu , kendi güçlerini etkili kullanabilme cesaretiyle bulur. Bu duruma ise nicel güçlülükten ziyade nitel güçlülükle ulaşır.
İnsan varoluşsal paradoksundan hiçbir zaman kurtulamamıştır. Bir yandan erdemle eşref-i mahlukat olan insan, diğer yandan sorumsuzluğuyla esfeli safilin olmuştur. İnsana mekanikleşen bu dünyada varlık olarak bir şey yapamayacağı ve bir hükmünün kalmadığı dayatılmakta. Dolayısıyla varolduğu yerden özgünlüğünü yaşayacağı başka bir yere taşınamayacağı, kendisinin bir yazgısıymış gibi davranılmaktadır.
İnsan kendi savunma sorumluluğunu ve kendi öz benini kabullenmek zorundadır. Yoksa insani gücü itibarsızlaşır, fikirsel olarak ta kesinsizlikleşir.”Mucizeler pek çoktur ve hiçbiri insandan daha olağanüstü değildir”(Sophokles) İnsan kendinin farkına vardığında, çevresiyle etkileşime geçer . Bu ödevini geliştirerek sürekli diri tutar ve bir çabayla başarıya gider. İnsan hiçbir zaman şaşırmaktan, merak etmekten, sormaktan ve sorgulamaktan vazgeçmemelidir. İnsanın dışarıdaki davranışı özgürlüğünden kaynaklanıyorsa insan eylem olarak güçlüdür. İnanmış bir insan davranış gücünü her ne kadar özgürlüğünden alıyor gibi görünse de, asıl gücünü Allah’a olan inancından alıyordur.
İnsan kendi öz yeterliğini çevre yada mahalle baskılarıyla yitirdiği anda, kendini yetersiz görmeye başlar. Bu yetersizlik sonucu kendisini ,sevdiği bir kişiyle yada bağlı olduğu bir kurumla özdeşleştirmeye başlar. Bunlarla kendine güvenir ,bunlarla var olmaya çalışır.Ama bu durum uzun sürmez. Sonrasında insanın bağlı olduğu kişi ve kurum bir anda baştan savıcı olmaya yada kişiyi kendi çıkarı için kullanmaya başlar. Bağımlı olan insan ve insan kitlesi bu durumdan olumsuz yönde etkilenir ve darmadağın olur. Çünkü bu tiplerin yaşamları, yönlendirmelere bağlıdır. Bunlar düşünce ve fikir üretemezler, tamamen alıcıdırlar. Kendi başlarına kaldıklarında kendilerini felce uğramış gibi görürler. Toparlanmak için bir çabaya da girmezler, kolaycıdırlar. Bilgi alacakları ve dinleyecekleri yeni kurtarıcılar aramaya başlarlar. Hayal kırıklıklarını hiç sevmezler, akıllarının ucundan bile geçirmek istemezler. Güvende kalmak için herkese karşı iyimser bir yaltaklanma içine girerler. Kaygı endişe gibi kavramları literatürlerinde göremezsiniz. Bunlar hep başkalarının başarılarıyla ve birikimleriyle doyuma erdiklerinden başkalarının sahip olduklarına değer verir, kendi sahip olduklarını küçümserler. Tıpkı hiçbir şey yapmadan her şeyi Allah’tan bekleyen miskinler gibi.
Günümüzde değerli olmak başarılı yada başarısızlıkla ölçülür oldu. İnsan kendi değerini insani niteliklerinden değil, dışarıdaki başarılı başarısız değerlendirmelerden almaya başladı. Hayattaki varoluşunu kazanmaya endekslemiş insan, yaşadığı bir başarısızlık sonucunda kendine olan güvenini ,özsaygısını değerleriyle beraber kaybetmekte.
Bugün bilgi ve eğitim için görkemli bir coşkuyla karşılaşmaktayız. Ama” doğruluk,ahlak ve erdem” gibi kavramlara hayat pazarında değeri olmayan pratikte yararsızlığı düşünülerek kuşkucu ve aşağılayıcı bir tavır takınılmaktadır.Yaşadığımız zaman dilimleri bazı kavramların güçlü yada zayıf taraflarına bizleri şahit etmiştir. İnsanın tarafı ise sürekli gücün yanı olmuştur. İnsanın kendini yüceltmesi ahlakın temellerini ve yüceliğini ortadan kaldırmasıdır. İnsanın kendi mutluluğu için uğraş vermesi , hiçbir zaman erdemli bir davranış olmamıştır.
İnsana düşen kendisini en mükemmel bir varlık olarak yaratan Rabbinin istediği şekilde yaşamasıdır. Yine insan insanlığın dayanışmasını, dostluk olanağını ve insanın kendisine karşı yükümlülüğünü yaşamalı ve yaşatmalıdır. Erdemli duruşunu ise kendisinin Allah’tan geldiğini bilip yine ona döneceğine inanmasıyla devam ettirmelidir.