Cahilliğimden olsa gerek, anlamakta güçlük çektiğim konuların biri de bazı bakanlıkların önünde “millî” ibaresinin yer almasıdır. Mesela, Millî Eğitim Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı. Şimdi ister istemez insan soruyor; “Ne yani; “İçişleri Bakanlığı millî değil mi?” veya “Sağlık Bakanlığı” daha mı az millî?” diye.
İşin enteresan tarafı, “millî” şekilde lanse edilen bakanlıkların işbirliği yaptığı kurum ve kuruluşların nedense ulusal değil de, çoğunlukla uluslararası arenada boy gösteriyor olmaları. Mesela, Millî Savunma Bakanlığı. Tezimizin doğruluğuna destek sağlaması bakımından, bir an için zamanın durduğunu farz edip, Millî Savunma Bakanlığı’na15 yıl önceki gözle bakalım; Alman Leopard Tankı, Amerikan M48 Tankı, Amerikan Skorsky Helikopter, Amerikan İHA, Alman G3 Piyade Tüfeği, İngiliz Sten Tabanca, İsrail’den alınan silah yedek parçaları ve tank modernizasyonu ihalesi, ithal savunma yazılımları. Unuttuğumuzu da sizler ekleyip, listeyi daha da uzatabilirsiniz. Evet, hiçbiri “millî” değil aksine, tam bir uluslararası işbirliği söz konusu.
Fakat, bugün için tablo böyle değil tabi. 2002 sonrasında, “Dışa bağlı kalınarak, millî olunamayacağının anlaşılmasıyla” (temeli önceden atılmış gayretlerin hakkını teslim etmek kaydıyla) savunmada söz konusu bağımlılığı azaltmaya yönelik “millî” projelerden; Altay Tankı Projesi, Atak Helikopter Projesi, Anka İHA Projesi, Preveze Denizaltı Projesi, Piyade Tüfeği Projesi, Göktürk-2 Projesi, Rasat Uydu Projesi, İHA’lara Füze Projesi, savunma yazılımları, Sivil TR328 Uçak Projesi daha neler, neler... Hepsi yerli, hepsi millî… Artık, Savunma Bakanlığımızın Millî olduğu konusunda hiçbir şüphe yok.
Gelelim esas konumuz olan Millî Eğitim Bakanlığı’na, burada Millî Savunma Bakanlığı benzeri bir başarıdan-en azından gelinen nokta itibarı ile- bahsetmek oldukça zor. Bir önceki yazıda da bahsedildiği üzere, lansmanı yapılanlar çoğunlukla nicel sonuçların elde edilmesine yönelik faaliyetler olmuştur. Bu nedenledir ki, bahse konu bakanlığın eğitimle alâkalı tarihsel yol haritasına ve arka planına bakmakta fayda var. Mesela ülkemizin dış borç almaya zorlandığı ekonomik krizler ve akabindeki muhtelif formatlarda sahaya sürülen darbe dönemlerine. İşte tam da ülkenin ekonomik sıkıntıya düştüğü zamanlar. Mutfağa batı yönünden yabancıların girmiş olduğu dönemler yani…
Millî eğitimimiz, 2. Dünya Savaşı sonrasında 27 Aralık 1947'de imzalanan “Fulbright Antlaşması” ile; Türkiye ve ABD hükümetleri arasında 4’er üyeli ortak bir eğitim kurulu oluşturularak şekillendirilmiş. Kurulda alınan kararların Amerikan çıkarları doğrultusunda alındığını söylemeye bile gerek yok. Çünkü kararların alınması noktasında eşitlik halinde son kararı ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olarak veriyormuş. Şuan için söz konusu antlaşma devam ediyor mu? Ediyorsa ülkemize ne tür katkı (!) sağlanıyor bilinmiyor tabii…
Benzer bir işbirliği de, Amerikan Barış Gönüllülerinin Türkiye'deki faaliyetleridir. Barış Gönüllüleri Örgütü 1961 yılında kurulmuş. Barış Gönüllülerinin görünürdeki amacı diğer milletleri yakından tanımak, Amerikalıları diğer milletlere tanıtmak ve gelişmekte olan ülkelere kalkınmaları hususunda becerili işgücü ile yardımcı olmakmış. Barış Gönüllüleri 1962-1970 yılları arasında Türkiye’de 1201 gönüllü ile hizmette bulunmuş. “Amerikalılar o kadar mesafeyi ne amaçla kat edip de ülkemize teşrif etmişler acaba?” diye soracak olduğunuzda, cevabı faaliyet alanları ile ilgili istatistiki verilerin içerisinde yer alıyor. Burada Barış Gönüllüsü Amerikalıların faaliyetlerinin % 40’ı eğitimle ilgili. Ne ilginç değil mi?
İlaveten, eğitim politikaları konusunda düşmüş olduğumuz acziyetten kurtulmamıza yönelik olarak; Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Hollanda Matra-Kap Fonu, Finlandiya Büyükelçiliği ve Açık Toplum Enstitüsü gibi açık ve seçik uluslararası destekleri de unutmamak gerek.
Eğitim Bakanlığına sağlanan milletlerarası destekler ile elde edilen başarı (!) durumunu elbette merak edenleriniz olabilir. Söz konusu başarı düzeyinin belirlenmesine yönelik performans göstergeleri, amaçlar ve hedeflerden bihaber olduğumuzdan bunu bilemiyoruz. Ancak, bugün için bildiğimiz şey, öğrencilerimize MEB tarafından müstahak görülen bazı derslere ait muhteviyatı taktirlerinize arz edelim.
1. Lise Sosyoloji Ders Kitabı; Genel olarak din, “İnsanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, tasarladıkları doğa üstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya yönelme” olarak tanımlanmaktadır.
2. Lise Felsefe Ders Kitabı; “İnsan, özgür ve güçlüdür. Onun Tanrı tarafından önceden belirlenen bir özü yoktur. İnsan, özünü kendisi oluşturur. Varlığı, var oluş olgusu oluşturur. Varoluşsal varlık, hiçbir şeyden gelmez. Çünkü kendisi dışında hiçbir şey yoktur. Eğer Tanrı var olsaydı, var oluş ve özgürlük olmayacaktı” ifadelerine yer verilmektedir.
3. Lise Biyoloji Ders Kitabında yer alan “Evrim Teorisi” safsatası o kadar ciddiye alınmış ki, söz konusu teorinin bilimsel olarak ispatlandığı varsayılarak, 2013 LYS’de öğrencilere; “Suda yaşayan bir hayvanın aşağıdaki özelliklerden hangisi, Evrimsel Süreçte karasal ortamdan sucul ortama geçmiş olduğunu kanıtlamada delil olarak kullanılmaz?” şeklinde soruya dahi dönüşmüştür.
Uzun lafın kıssası; Yaşanılmakta olan tahribatın giderilmesine yönelik olarak, mevcut MEB ders müfredatına karşı, (İlgili sivil toplum örgütleri ile istişare edilerek) “millî” bir duruş sergilenmelidir.
Zira; "Def-i mefasid, celb-i menafiden evladır." (Zarara yol açan bir şeyi veya işi, engelleyip gidermek; hayırlı veya yararlı olanı getirmekten daha önemli ve önceliklidir.)