ŞEKERCİ açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini çoğumuz lisans eğitiminden hatırlarız. İnsanın maddi ve manevi doyum noktalarını anlama bakımından önemli bir referanstır bu teori sendikal mücadelenin hatlarını kavramada da bize rehberlik eder. Bu teoriyi doğru okuduğumuzda, sendikal mücadelenin ne kadar net bir zeminde şekillendiğini görmek mümkün olacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın, eğitim çalışanlarının taleplerini karşılamada en az bizim kadar istekli olduğunu ortaya koyduğu çözüm odaklı yaklaşımlardan anlamak mümkündür. Özellikle Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) sürecinde ve Kurum İdari Kurulu ( KİK) toplantılarında bu durumu defalarca müşahede ettik. Ancak, MEB’in çalışanlar adına ekonomik içerikli çözüm önerilerinin bir çoğunun, devletin yapısal labirentleri arasında kaybolup gittiğine de yine defalarca şahit olduk.
Ekonomik taleplerin yeterince karşılanamadığı ve dolayısıyla maddi doyumun eksik kaldığı zamanlarda, durumu dengeleyecek çözümler üretilmesi gerekmektedir. Eğitim kamuoyunun gündemini takip eden herkes bildiği gibi, ekonomik tarafı olmayan çözüm bekleyen iki önemli talep öne çıkmaktadır:
Alan değişikliği ve aile birliğinin sağlanması.
Her çözümün farklı sorunları beraberinde getirdiğinin farkındayız. Alan değişikliği talebine, atama bekleyen binlerce öğretmen adayının hakkı mevzu bahis olduğu için, MEB’in yeterince sıcak bakmadığını biliyoruz. Ancak, her iki tarafın hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak makul bir çözüm üretmek mümkündür.
Bir diğer önemli konu ise aile birliğinin sağlanmasıdır. Çocukların, anne ve babalarının parçalanmış yapısı içinde heba olduğu bir gerçeği ile karşı karşıyayız. Kendi okulumda bir öğretmenimin; “Hocam defalarca ayrılmanın eşiğine geldik. Eşim ile aramızda güçlü bir aile bağı olmasa çoktan boşanmıştık.” sözünü hiç unutamam. Aile birliği, anayasal bir haktır. Ancak, kurala bağlanmış zorunlu çalışma süresi sonrasında yapılan özür grubu atamaları, bizdeki verilere göre, yalnızca yüzde ellinin biraz üzerinde bir memnuniyet sağlamıştır. Bu da demektir ki,, 2 kişiden biri, ailesiyle aynı şehirde çalışma hakkından mahrum kalmıştır.
2025 yılının “Aile Yılı” ilan edildiğini biliyoruz. Ailenin; anne,baba ve çocuklardan oluştuğunu -ki kaybettiğimiz geniş aile modelini ise hiç söylemeyelim- söylemeye ise sanırım gerek yoktur. Bugün, aile birliği kapsamında ataması yapılamayan öğretmenlerin toplam sayısına dair elimizde net bir veri bulunmasa da, iletişim çağında yaşadığımız bu dönemde, sorunun ne kadar yakıcı olduğunu anlamak zor değildir.
Mesele aslında kadar karmaşık değildir. Ailenin bir arada olabilmesi için, İl ve İlçe emri gibi bütün seçeneklerin masada olması gerekir. Elbette, İl ya da İlçe emri atamalarının, norm kadro fazlası gibi başka sorunlara yol açabileceği söylenebilir. Ancak şu unutulmaması gereken önemli bir hakikat vardır:
Aile birliği, çocukların anne ve babası ile aynı birlikte yaşama hakkı, norm kadro fazlası sorunundan çok daha önemlidir. Zira, norm kadro sorunu, kendi içinde çözüm üretilebilecek geçici bir sorundur.
Aile yılı ilan edilen bir senede, çocukları anne ve babalarından ayırmak ya da, eşleri birbirinden uzak yerlerde çalışmaya mecbur etmek doğru bir yaklaşım değildir.
Sayın Bakan’ın, hem aile birliği hem de alan değişikliği konusunda, çözüm odaklı bi tutum sergileyeceğine inanıyoruz. Öğretmenlerimizin, “Kendini değerli hissetme” duygusunu doyasıya yaşayacakları bir müjdeli bir haber beklediğini hatırlatmak isteriz.
Sonuç olarak,maliyeti olmayan memnuniyet üretmek mümkündür vesselam.
SENDİKA HABERLERİ SAYFASINI