M. MAŞUK USLU uslumasuki@hotmail.com

AMA HANGİ GENÇLİK?

15 Şubat 2015 Pazar 07:15

Bir toplumun yarınlarına tutulan aynadır gençlik.
Kuşkusuz, yetiştiği kültürün tarihi dinamiklerinden aldığı güçle, geleceğini düşünen, kendisi ve çevresiyle barışık, bunalım takılmayan, uzak hedeflere odaklanıp kendi geleceğini inşa eden bir gençliği olmayan toplumların yarını da yoktur.
Zira kendi geleceğini inşa eden gençlik, aynı zaman yarınların teminatı olduğunun da şuurunda olan gençliktir.
Kendi geleceğini inşa eden gençlik, haksızlığa tahammülsüz, yeri geldiğinde vakur, yeri geldiğinde memleketin geleceği için ilim silahıyla kuşanıp yola koyulan gençliktir.
Cesur ve kararlı adımlarla hedefine yürürken Simurg-u Anka misali, kar tipi fırtına demeden menzile doğru yol alır, menzilinin de yolun kendisi olduğunu bilen gençliktir.
Dili ok gibi doğru,  gönlü ahlak bahçesinden bir bahçe olan gençliktir.
Duruşuyla, aslında her ortamda memleketini ve ailesinin toplum içende temsil eden bir elçi olduğunun bilincinde olan gençliktir.
Mert olmayı ve alkolden uzak durmayı erdem bilen gençliktir.
Hayatı,  sadece poptan,  repten, rocktan ibaret bilmeyen, birkaç dil öğrenmeye çalışan, en az bir enstrüman çalmaya gayret eden gençliktir.
Sanatçı kadar ince ruhlu, bilge kadar dik duruşlu olan gençliktir.
Yalan dolanla işi olmayan, her gün eğri yaşamaktansa adam gibi bir duruşla bir gün yaşayıp ölmeyi tercih eden, her türlü hileden paklanmış bir beyinle hayata gülümseyen bir gençliktir.

Manayla, maddeyi bir madalyonun iki ayrı yüzü olduğunun bilincinde olan bir gençliktir.
Dünyadaki tüm ideolojilerden edebi ve felsefi akımlardan haberdar, başkasının laflarının hamalı değil kendi doğrularının taşıyıcısı olan gençliktir.
Karşılaştığı görüş ve ideolojiyi tez antitez ve sentez boyutuyla algılayan ve en doğruyu Kuran ve sünnet ışığında bulmaya çalışan gençliktir.
Bir araya geldiklerinde “ben en iyi mühendis olayım,  sen en iyi doktor, bu en iyi hukukçu, öteki en iyi çiftçi, beriki en iyi sinemacı, diğeri en iyi futbolcu,  güreşçi ya da atlet olmalı;  ama hep beraber bu memleketin birer iftihar kaynağı olmalıyız” diyen bir gençliktir.
Üstat Bedi-ü Zaman’ın “eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal”, ikazını dikkate alarak; eğer kedimi geliştirmesem yarınların dünyasında yerim yoktur, diyen bir gençliktir.
Öyle bir gençlik ki yeri geldiğinde kendi kutsalları uğruna kendini adayabilen gençliktir.
Tıpkı ilk Kuran nesli olan sahabeler gibi…
Tıpkı, Tarık Bin Ziyad gibi.
Zira yetim Tarık, rivayet olunur ki üç yüzü Arap, toplam yedi yüz askerle yola çıktı. Binlerce kilometre yol alarak bir yıl içinde İberik yarım adasının tamamını alarak Endülüs Emevi devletinin temelini atarken askerlerin şöyle sesleniyordu.” Ey İslam’ın aziz askerleri, arkanız deniz, önünüz düşman. Sizin Allahtan ve kılıcınızdan başka dostunuz yok. Size emrettiğim ölümü önce kendi nefsime emrediyorum. Sizi sürdüğüm şeyden kendimi istisna tutmuyorum. En önde ben olacağım, eğer size emrettiğim şeyden geri durursam siz de geri durun” der ve sonuç bildiğiniz gibi Batı Rönansına daha sonra ilham olacak Kurtuba merkezli muhteşem bir medeniyetin temelini attığında henüz yirmi sekiz yaşına adım atan bir gençti. Gücünü de hakikate adanmışlıktan alıyordu.
Bir genç kendini bir sevdaya adarsa mutlaka istediğini alır. Bu hakkâktın dünya tarihindeki sayısız tecellilerinden biri de Selahaddin’i Eyyubi’dir.
Anlatılır ki Halepli bir mahir marangoz, Haçlıların elindeki esir Kudüs’teki Mescidi Aksa cami için harika bir minber yapmıştı. Bu minber dillere destan olmuştu. Marangoza: “İyi de bunu yerine kim koyacak, Kudüs İşgal altında” denince “ Benim elimden bu geliyor. Bir yiğit de çıkar, bu minberi Kudüs’teki yerine yelleştirir.” diyordu. Dilden dile dolaşan bu hikâyeyi duyduğunda Selahaddin-i Eyubi, şimdiki, Irak’ın Tikrit sokaklarında oynayan beş- altı yaşlarındaki çocuktu.
Hikâyenin devamını bilen bilir. Selahaddin, Amcası Şikruh ile Mısır Fatimi  devletinin vezirinin daveti üzerine Mısıra gider. Uzun hikâyenin kısası daha sonra Fatımiler, yıkıldıktan sonra, Eyyubiler denilen devletin kurucusu olunca, parçalanmış ümmeti birleştirmek için politikalar geliştirdi.
Müslüman aydınlara suikast düzenleyen Hasan Sabah ve ona bağlı Nizari İsmailleri bile ikna ederek davasına hizmet ettirdiğinde henüz genç denilecek yaştaydı. Öyle bir dehaydı ki o güne kadar ehli sünnet ulemasına kılıcını doğrultan Alamut İsmailleri ve ümmetin ümmilerini  uyuşturarak cennete götürüp getirdiğine inandıran haşhaşiler, bile onun bu feraset dolu siyasetiyle bir süre sonra zehirli hançerlerini Kudus işgalcilerine yönelttiler. Öyle ki Nizarilerin düzenlediği on altı suikastten dördü Kudüs’sün fethine hizmet etti. Velhasıl, Selahaddin çok zor bir zamanda ve çok zor şartlarda Kudüs’ü fethederek daha beş altı yaşlarındayken verdiği sözü yerine getirdi ve Halepli mahir marangozun yaptığı minberi Kudüs’se getirdi.
Yine altmış bin kişilik Osmanlı ordusu yüz elli bin kişilik Haçlı ordusuyla, Kosova ovasında karşılaşınca, Gazi Murat Han, toz dumandan göz gözü görmez olduğu bir anda, yaşlı gözlerle Secdeya kapanarak Rabbine yönelerek şu duayı yaptı: “ Ya Rab Murat kulunun günahları yüzünden şu masum İslam askerlerini cezalandırma. İlahi, onlar buraya sadece senin adını yüceltmek için geldiler, bu müminlerin helakına beni sebep kılma.” Şuuruna sahip bir gençlik döneminden geçmişti.
Aynı şuurla yetişen İbn Teymiye, Cemaleddin Afgani, Şeyh Vilyetullah Dehlevi, Mehmet Akif Ersoy da gençliğinde aldıkları sağlam eğitimden öğrendikleri vakur duruşa borçludurlar.
Yine, yola çıktığında henüz gençliğe adım atmış bir dava insanıydı Bedi-ü Zaman Said Nursi. Öyle bir yolculuk ki çıktığı yoldan hiçbir engel onu durduramadı.   Gün oldu Selanik’te İttihatçıların arasında “Ey cemiyeti ahrar” diye seslendi, gün oldu Volkan mecmuasında onların cehaletlerini yüzlerine vurdu.
O davasına kitlenmişti. O dava için idamla yargılandı. Cephede savaşmak gerektiğinde Rus cephesinde savaştı. Uğruna savaştığı devletin hapishanelerinde uzun yıllar yattı. Yetmedi sürgünden sürgüne sürüldü.
Kah sükûtu hayale uğradı. İnzivaya çekildi. Onu çekildiği inzivadan kükremiş bir Aslan gibi mücadele meydanına çeken İngiliz siyasetçi Glodstone’nin “Bu Kuran Müslümanların hayatında oldukça biz onlara hâkim olamayız, ne yapıp edip Müslümanların hayatından bunu çıkarmalıyız” sözü olmuştu.
Van Valisi Tahir Paşa’nın konağında gördüğü bir gazeteden İngiliz siyasetçinin bu sözünü öğrenince “ Ben Kuran’ının söndürülemez bir güneş olduğunu tüm dünyaya göstereceğim” diye o gün Rabbine söz verdi.
Rivayet edilir ki, itikâfa çekildiği Van Kalesindeki mağaramsı çilehanesine giderken ayağı kayıp uçurumdan düştüğünde  ilk sözü “ Eyvah davam” olmuştu.
Yine ikinci dünya savaşı yıllarında Almanya’ya mühendislik eğitimi için giden Prof Dr. Necmettin Erbakan, Batı sistemini hemen çözmüş ve ülkesine döner dönmez tüm İslam dünyasının Batı sömürgesinden kurtulması için Manevi bağımsızlığının yanında ekonomik bağımsızlığını elde etmeden mazlum milletlerin Anglosakson kültürünün sömürgesi olmaktan çıkamayacağını haykırdı. Kapitalizm ve sosyalizmin aslında bir vampirin üst ve alt çeneleri gibi olduklarını iştahla çiğnedikleri avlarının da  dini inancı ne olursa olsun başta Afrika halkları olmak üzere tüm mazlum milletlerin olduğunu haykırarak köy köy şehir şehir gezerek Kudüs, Filistin, Çeçenya, Bosna tabi en çok içeriden faiz lobisi üzerinden sömürgeleştirilen Türkiye’nin yeniden bağımsızlığı için verdiği mücadele yakın tarihimize damga vurdu. Kaderin tecellisine bakın ki Almanya’dan dönerken İstanbul Teknik Üniversitesi’nde genç bir asistanken yetiştirdiği gençlerden biri Kapital dünyanın para kasası İsrail’e belki de bildiği tek kelime İngilizcesiyle “one Minute “ diye haykırıyor ve tüm karizmasını o bir kelimyele yerle bir ediyordu. Bir başka öğrencisini bursuyla henüz Almanya’dayken fikir öncüsü olduğu İslam bankasına İstanbula döner dönmez gönderdiği ve sonradan Türkiye’ye Cumhurbaşkanı olacak kişi Abdullah Güldü. Bir başka öğrencisi  dış siyasette tüm ezberleri bozan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’ydu. Bir başak öğrencisi Milli Görüşün vicdanı olan Bülent Arınç’tı….  Vel hasıl gençliğinde yetiştirdiği gençler kendisinden sonra bir siyasi döneme adeta damga vuruyordu.
Sözün kısası, herhangi bir ideali, bir davası olmayan genç, suyun üzerindeki çerçöpe benzer. Dalgalar hangi tarafa sürüklerse o tarafa sürüklenir ve hangi kıyıya vuracağını hiçbir zaman bilmez.
İdeali olan genç, arkana bakmadan yola koyulandır. Onun için kimin geldiği ya da kimin gelmediği önemli değildir onun için. O yol değişse de yolcu değişse de menzilin aynı menzil olduğunu bilendir menzilinin de bezm-i enetsen dar-ul ukbya uzanan uzun soluklu bir yol olduğunu hiçbir zaman aklından çıkarmaz.
O, inandığı yolun yolcusu ya, gerisi teferruattır.
İdealist gençlik, yersiz korkulardan, güvensizliğe dayalı anlayıştan ene (bencillik) saplantısından, sorumsuzluk ve vurdumduymazlık hastalığından uzak; cesaretini ilimle süsleyip sorumluluğunu bilen bir mefkûreye sahip bir gençliktir.
Öyle bir gençliği olan bir toplum, kendi yarınlarına emin adımlarla bakabilen toplumdur.
Böyle bir gençliği yetiştirmeyen toplumların, sokaklarında başıboş gezen gençler, küfürlerin, bağırışların; kırıp dökmelerin kesilmediği bir toplumdur. Böyle bir toplumda huzur da geleceğe yönelik umutta yoktur.  Sokaklarında bağıran çağıran iki kelimesinden biri küfür ötekinin yalan ve bencil çıkar olan gençliğin bulunduğu bir toplum mu yoksa ilim silahını kuşanan kanaatkâr, vakur duruşlu bir gençliği olan toplum mu?
Evet, evet hangi gençlik? Sanırım toplum olarak bu soruya verdiğimiz cevap ve bu cevabın gereklerini yerine getirdiğimiz gün yarınlarımızdan daha emin olabiliriz.
                                                                            

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #